Hayatımdaki güzel örnekler ve şu kopya meselesi

Ben bir köylü çocuğuyum, kişiliğimin o ortamda gerçekleştiği gibi öğrenim hayatımda o ortamda başladı ve o ortamda sonuçlandı.

                İki derslikli bir birleştirilmiş sınıfta, bir köy okulunda merhaba dedim okula. Bir eğitmende okudum bir ve ikinci sınıfı.

                Sonradan öğrendim ki, O eğitmen ta o yıllarda akran eğitimini çok da iyi uygulayan biriymiş, Allah rahmet eylesin.

                Nasıl mı?

                Sınıfın belki de iyi diye tanımlayabileceğimiz öğrencilerini öğrenme güçlüğü çeken sınıf arkadaşlarımıza öğretmen vekili olarak görevlendirir, biz de birkaç arkadaşlara okuma yazma, basit matematik çalışmalarını öğretmeye çalışırdık.

                Sonra beş sınıflı bir köy okulunda birleştirilmiş bir sınıfta okudum üçü, dördü, beşi.

                Beşinci sınıf öğrencisiydik. Öğretmenimiz ise aday öğretmen idi. Bir anlamda adaylığının kalkması bizim performansımıza bağlı olduğu için çok gayretli çalışır, bize bilgi yüklemeye çalışırdı doğal olarak.

Öğretmen bir gün benim ile bir diğer arkadaşıma bir zarf verdi.  Sonra bu zarfı 4,5 km ötemizde yer alan Karatepe Köyüne götürmemizi, o köyün öğretmenine teslim etmemizi sıkı sıkı tembih etti. Zarfı açmamamızı özellikle öğütledi. Biz o zarfı kelam-ı kadim gibi başımızın üzerinde tutarak Karatepe Köyüne götürdük, öğretmen teslim ettik. Gidişi yokuş aşağı olduğu için biraz da keyifli olan bu yolculuğun dönüşü bir o kadar meşakkatli olmuş, bir iki sefer köpek saldırısından zar zor kurtulmuştuk.

                İşte ilk kopya pazarlığı bu yolculukta başladı benim için. Yol arkadaşımla bir yandan ertesi gün yapılacak yazılıyı konuştuk, birbirimize sorular sorduk öte yandan…

                Yol arkadaşım ona yazılı da yardım edersen evlerinin pinniğinden beş yumurta çalarak bana vereceğini ısrarla söyledi. Zira onlar köyün hali vakti yerinde, malı, davarı, tavuğu, bağı, bahçesi epey fazla olan bir birinci sınıf hanesiydi.

Sonunda bu pazarlığı yaptık. Öğretmenimiz beş soru sordu. Sorular klasik türdendi. Yazılı anlatım gerektiren sorulardan biri harita çizimi, komşu ülkelerin, başkentin, belli başlı ırmakların, göllerin, dağların gösterilmesini gerektiriyordu.

                Yazılı bitti. Ben de, O da en yüksek not olan beş aldık. Zira başka beş alan da yoktu.

                Arkadaşım beş yumurtayı koynunda getirdi bana. Köyün tek bakkalı olan Kara Ahmet’ in dükkânına gittik. Fatte’ den lokum, bisküvi, halkalı şeker aldık. Bunu büyükler görmesin, sonra bunu nasıl aldınız demesinler diye gediğin arkasında birlikte yedik.

                Sonra arkadaşımın evine vardık. Bir hava attı ki sormayın…

                Olay hem keyifli, hem heyecanlı, hem de ürkütücüydü.

                Ortaokula küçük bir kasabada başladım. Burada ilk golü okulun, sonradan çok iyi bir insan olduğunu öğrendiğim memurundan yedim. Bana birkaç soru soran memur ısrarla İngilizce isteme rağmen beni Fransızca bölümüne kaydetti. Bu ısrar sonucu Fransızca bölümüne kaydedilmem, hala yabancı dil sorunu yaşama neden oldu. Çünkü ben lisede ve üniversite Fransızcadan sadece, “Dan lö jarden gezerken, jösvi düştü sırt üstü!” cümlesinden başka bir şey öğrenemedim.

                Burada okurken birinci sınıfın birinci döneminde fen bilgisi dersi öğretmenimiz de olan Münevver hoca Sağlık Bilgisi dersinden yazılı sınav yapıyordu. Derslerim oldukça iyi idi. Yazılılardan da yüksek notlar alıyordum. Dolayısıyla Fen Bilgisi notlarım dokuz olmakla birlikte derslerde söz alıyor, konuşuyor, sonuçlar çıkarıyordum.

                Sağlık Bilgisi sınavında Münevver hoca on soru sordu. Ben bu soruların sekizini doğru cevapladım. Egosu yüksek bir öğrenci olmalıyım ki, iki soru için kopyaya başvurdum.  Uzatmayalım hoca onuncu soruyu kopya yoluyla cevaplarken yanıma geldi, kâğıdı da, kopya delilini de aldı.

                Sadece titriyordum.

                Ertesi gün hoca beni yanına çağırdı. Bana sekiz vereceğini ama bir daha kopya çekmemem gerektiğini üzerine basa basa anlattı.

                Bir yandan çok sevindim, öte yandan…

                Bir daha Milli Güvenlik dersi ile eğitim yüksek okulu resim iş öğretimi dersi dışında kopya çekmedim.

Lise son sınıfta organik kimya ödevi dışında kimseye kopya vermedim.  Bu iki kopya olayı ise bana başka bir ders verdi. Kimya kopyası verdiğim arkadaşım benden yüksek not aldı.  Resim iş öğretimi dersinde kopya aldığım arkadaş ise benden düşük not…

Öğretmenlik hayatım boyunca ise ilkokulda çalışmam nedeniyle çok kopya olayına rastlamadım.

                Ancak öğrencilerime, “Ne iş yaparsanız yapın, işini en iyisini siz yapın!” dediğim için ve değerlendirmelerimi bu anlayış üzerinden yaptığımdan dolayı kopya olayı beni rahatsız etmedi.

                Yirmi yıldır sürdüğüm okul yöneticiliğinde ise üzülerek söylemeliyim ki, öğretmenlerin sürekli çok kötü yöntemlerle kopya çektiğine tanık oldum.

                Örnek mi?

                Zümre tutanağını internetten indirenlerin okul ve öğretmen adının bile değiştirmemiş olması karşısında şaşırdım kaldım.

Planlarda benzer duruma rastlayınca içim ezildi.

                Veli toplantısı gündeminin, tutanağının bile alakasız okullardan alındığını tepsi edince inan olsun öğretmenliğimden utandım.

                Otuz yıllık öğretmenlik yaşantımda kopyanın nasıl çekildiğine de değinmesem bu çalışma eksik kalır herhalde.

                Kopya basit anlamda,

  1. Sıra, masa üzerine not yazılarak,
  2. Küçük kâğıtlara formül vb yazarak,
  3. Ele, bacağa ipuçlarını yazarak,
  4. Yanındakinin kâğıdından faydalanarak,
  5. Doğrudan kitaptan, defter açarak gerçekleşiyor.

                ÖSYM gibi geniş organizasyonlarında ise merkezi kopyaya imkân verildiğini bilmeyen yok sanıyorum.

 Ö SYM deyince kopya olayının çok abartıldığını, taraktan bile şüphelendiğini anmam lazım. Görevlinin cebindeki tarakla sınava alınmaması abesle iştigal değilse nedir Allah aşkına…

                Sonuç

Kopya olayının altında yatan nedenlere bakmam gerektiğine inanıyorum.  Bu nedenlerin şunlar olabileceğine sanıyorum.

  1. Kopya, ezberci eğitimin bir sonucu. Çok önemli bir sorun. Ezber bir süreliğine hatırlanan ancak kalıcı olamayan bir süreç.  Bu süreçte güya öğrendiğini sanan birey kazanımları hatırlamakta zorlanınca kopyaya başvuruyor ve hiç kimse kopya çektiğinin farkına varmadığını sanıyor. İlginç değil mi?
  2. İyi öğretemeyen öğretmen kopyaya göz yumuyor. Günümüzde öğretmenin bir anlamda başarısı öğrencilerin aldığı notlar üzerinden değerlendiriliyor. Bunu iyi bilen öğretmen çocuklar başarılı olsun diye kopyaya fırsat hatta imkân tanıyor. Çok kötü…
  3. Öğrenciliğinde kopya çeken öğretmenler kopyaya izin veriyorlar.
  4. Kopyaya fırsat vermeyeceğini iddia eden öğretmenlerin öğrencileri sırf kendilerini ispat etmek için kopya çekiyorlar. Sonra da bu öğrenciler dışarı çıkıp hava atarak arkadaşları arasında değer kazanıyorlar.
  5. Zeki, ancak ders çalışmayı sevmeyenler kopya çekiyorlar. Bu tipler nasıl olsa başarılı olurum diye düşüyor, sınav yaklaşınca çaresizlik yaşıyor ve kopyaya başvuruyorlar.
  6. Kopya hazırlamayı öğrenme yöntemi olarak değerlendirenler kopyaya izin veriyor ya da kopya çekiyorlar.
  7. İyi yetiştirilmeyenler kopya çekiyorlar veya kopya çekmeye müsaade ediyorlar.

Kopya eğitimde bir vakıa mı, evet.

                Peki, MEB olarak bu vakıaya nasıl yaklaşıyoruz? Lokal tedbirlerle günü kurtarmaya çalışarak.

                Çözüm ne öyleyse?

                Öğretmende, öğrencide, velide güven duygusu oluşturmak.

                Bakın ne diyor Mevlana, “Güvendiğiniz dağlara karlar yağdığında en güzel çare, dağ ile karı baş başa bırakmaktır.

Zor mu, siz bilirsiniz o halde!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan kamubiz.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yusuf İPEKLİ Arşivi