Ufuk açabilmek

Pek televizyon izlemiyorum.

Ancak o gün genç bir kadronun olduğunu fark ettiğim mülki amirlerle ilgili bir toplantıdan sonra belleğim aldı, maziye götürdü beni.

Çünkü gerek öğretmen, gerek okul müdürü olarak çalıştığım süre içinde pek çok mülki amirle birlikte vatana hizmet etme şansı, fırsatı yakalamıştım. Üstelik muhterem babam da otuz yıl kadar köy muhtarlığı yapmıştı. O süre içinde de pek çok mülki amirle yan yana gelme imkanım olmuştu.

Uzatmadan, konuyu somutlaştıralım isterseniz.

Yıl 2001.  

Ankara’nın da başkenti diyebileceğim bir okulda müdürlüğüne başlamış, İstiklal Marşımızın yazıldığı mekana / ruha bir karış ötede, buram buram tarih kokan, meclisin ilk üyelerine  yatakhane ve hastane olarak hizmet etmiş olmasından dolayı  Türkiye’de cumhuriyet adını ilk alan bu okulda sorumluluk üstlenmiştim. Genç ve dinamik bir anlayışla işe koyulmuş iki yıllık vekalet süreci devam ederken kazandığım yönetici atama sınavı sonucu bu okulda asaleten görev yapma imkanına kavuşmuştum.

Yaşayanlar bilir, 99 – 2003 arasında “vekaletin de vekaleti” modaydı. Ancak 2003 yılı ile birlikte vekalet dönemi son bulmuş, aynı ilçede okulların yarıya yakınının yöneticisi değişmiş otuz kadar öğretmen / müdür yardımcısı okul müdürü olmuştu. Bu gelişmeyi hep birlikte bir yemek yiyerek başlatmaya / kutlamaya karar vermiştik.  

Bir resmi kurumun yemekhanesinde bir araya geldik. Yemeğe dönemin kaymakamı ile ilçe milli eğitim müdürü de katılmıştı.

Üzerimizde derin bir sorumluluk vardı. Bir yandan sınav kazanarak göreve gelmiş olmanın huzuru, öte yandan genç olmanın verdiği müthiş bir heyecan vardı yüreklerimizde.

Çatal kaşık sesi bitince konuşmalar başladı.

Eğitim deyince akan suları durduran dönemin kaymakamının huzurunda yeni atanan müdürler adına bir konuşma yapmamı istedi arkadaşlar.

Konuşmamda özetle, “İlçemizde güneş bir başka doğar, yoksul ancak mert, gariban ancak realist insanlar yaşar burada. Çok çocuklu, çok kültürlü, parçalanmış aile fertlerinin yaşadığı bir yerleşim alanıdır aynı zamanda burası. O nedenle buraların her yerden daha çok hizmete ihtiyacı var. Bu insanları iyi eğitelim ki, çocuklarımızı sokağa rahat çıkarabilelim. Buna kararlıyız. Kaymakamımızın desteği, ilçe yöneticilerimizin rehberliğinde bu işin üstesinden gelecek ve başacağız.” demiştim kendinden emin bir ses tonuyla.

Konuşma sonunda kaymakamımızdan bize destek olacağını, birlikte çalışacak olmaktan mutluluk duyacağını belirten bir konuşma yapacağını bekliyordum, bekliyorduk. Çünkü arkadaşlarım da, ilçe yöneticileri de konuşma için jest ve mimiklerle beni tebrik etmişlerdi.

Uzun sürmedi mutluluğum. Çünkü, kaymakam konuşmanın çerçevesini çok iyi algılamış, mesajları almış, duygu dolu hitaptan dolayı mutlu olmuştu. Ancak bu algısını devlet adamı olgunluğu içinde bize farklı bir mesaj vermek için fırsata dönüştürmüş olmalı ki, üzerine basa basa, “Görevinizde başarılı olmanızı diliyorum. Hayırlı olsun. Hatibin ilçemizle ilgili düşüncelerine katılıyorum fakat göreviniz yaparken bana, ilçe yöneticilerine çok yaslanmamanızı rica ediyorum. Hatalarınız, yanlışlarınız konusunda gereğini yapacağımı bilmenizi istiyorum.” demez mi…

Şok olduk demek de ne, paçalarıma kadar terledim. Ancak kaymakam kendinden emin tavrı ve güler yüzüyle tek tek elimizi sıkarak yemekten ayrıldı.  

Uzun süre çalıştık sonra aynı ilçede. Aynı kaymakam hep korudu, kolladı bizi. Rehberlik yaptı. Motive etti. Organize ettiğimiz hemen her etkinkliğe katıldı. Övgü dolu sözler söyledi. Bize güvenirdi. Hem bizi ödüllendirirdi hem de çok sorgulamadan önerdiklerimizi…

Makamında oturmayı sevmezdi, makamında toplantı yapmayı da… Yakaladığı her fırsatta bir okulu arar, çayı hazır etmemizi ister, komşu okul müdürlerine haber vermemizi tembih eder, bizimle yakından ilgilenir, koygun koygun sohbet ederdik.

Bir seferinde söz döndü dolaştı ilk günkü yemeğe geldi. O günkü konuşmasıyla ilgili, “Arkadaşlar, o gün size deseydim ki, her zaman arkanızdayım. Korkmayın. Ben olduğum süre içinde haydi yürüyün. O an çok mutlu olurdunuz ancak, bana çok güvenir, peş peşe hatalar yapardınız. Sonunda üzülürdünüz. Çünkü gençtiniz, içinizde bu işe yeni başlayanlar vardı. Üstelik insanoğlunun fıtratında ne yazık ki bu tür zaaflar da mevcuttur.” demez mi…  

Anla(ş)mıştık.  

Kulağıma küpe oldu bu yaşantı.

Ve dedim ki o zaman kendi kendime, “Devlet adamlılığı da, mülki amirlik de bu olsa gerek. Kırmadan, dökmeden, üzmeden, şımartmadan rehberlik yapmak, ufuk açmak, devlete yönetici yetiştirme uğraşısı, kişiyi iş başında yetiştirme anlayışı tam da bu olsa gerek.

Ancak, “Ya hayal kırıklıkları!” diyorsunuz.

Anladım da, “Hayali olmayanın hayal kırıklığı da olmaz!” değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan kamubiz.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yusuf İPEKLİ Arşivi