ZORUNLU EĞİTİM Mİ SORUNLU EĞİTİM Mİ

Sevgili okurlar, birileri başlığı okuyunca:''Sen de kimsin kardeşim, her şey kontrol altında. Bakanlığımız da hükümetimiz de elinden geleni yapıyor. Koskoca bakanlıklar yıllardır sistemi bu şekilde kurmuşlar düzene sokmuşlar. Yeni bakan ve ekibinden de herkes memnun. Sen git işine bak'' diyebilir.

            Evvela şunu ısrarla belirtmek isterim ki ben kimseye muhalif değilim. Sayın bakanımız Ziya Selçuk ve ekibinin liyakatinden zerre kadar da şüphe duymuyorum. Sayın bakanımızın kendini uluslararası düzeyde ispat ettiğine dair bütün eğitim camiası şahittir. Yalnız biz, on binlerce öğrencinin olduğu küçük bir ülke değiliz. Milyonlarca öğrenci ve 1 milyona yakın öğretmenin olduğu büyük bir camiadan müteşekkiliz. Öyle bir camia ki sadece öğrenci sayısı ile birçok Avrupa ülkesinin toplam nüfusundan fazla olan bir büyüklükten bahsediyoruz. Hal böyleyken sayın bakanımızın ve ekibinin de hükümetimizin de işi hiç ama hiç kolay olmayacaktır. Bu bakımdan bizler sahadaki düşünürler ve STK'lar, sayın bakanımıza yardımcı olmalıyız. Sorunları gündeme taşımak yerine sorunları çözüm yolları ile sunmak daha isabetli olacaktır.

            Bakanlığımızda öyle bir sistem işliyor ki o sistemin içine girince üretip düşünmek için mesai saatinin bitmesi gerekiyor. İyi niyetle herkes bir şeyler yapmaya çalışıyor. Buna inanıyoruz. Ancak atılan bazı adımların hiç alışılmadık bir şekilde sekteye uğraması da olasıdır. Diğer taraftan bazı köklü adımlar atılsa bile herkesi aynı derecede memnun etmek de imkansız görünüyor.Şu da bir gerçek ki halk arasında meşhur bir söz var ''Bir hayır veya iyilik bütün bütün elde edilemiyorsa bütün bütün de terk edilmez.''

            Bu mukaddimeden sonra asıl meseleye geçelim artık. Zamanın birinde bir tabur komutanlığında çevre bakımı yaptıran bir komutan park ve oturakları boyatmış. Yanlışlıkla kimse orada oturmasın, hem üstüne boya bulaşmasın hem de oturduğu yerde tahribat olmasın diye oralara nöbetçiler dikmiş. Nöbet yazan astlarına da talimat vermiş. Boyalar kuruyana kadar sistem böyle devam etsin demiş. Boyalar kuruduktan sonra da nöbet yazmayın diye tembihlemiş. Ancak daha boyanan yerler kurumadan komutanın da nöbet yazanların da tayini çıkmış veya emekli olmuşlar. Yeni gelen yetkililer bu sistemi aynen devam ettirmişler.Nöbet yazmaya devam etmişler. Sistemin neden böyle olduğunu sorgulamamışlar. Sadece nöbetçileri değiştirmekle görevlerini yaptıklarını zannetmişler. Hal-i zamanında çok büyük nedenlerle ve amaçlarla kurulan nöbet sisteminin artık hiçbir kıymet-i harbiyesi ve faydası olmamasına rağmen yıllarca devam etmiş hatta gelenek haline gelmiş. Günlerden bir gün aklını kullanan ve derin düşünen bir komutan gelmiş. Dikkatlice çevreyi incelemiş. Bakmış ki sistemde bir mantıksızlık var. Yahu arkadaşlar burada nöbet tutan askerlerin amacı nedir, neden buradalar diye sormuş. Mantıklı bir cevap bulamamış. Kimse de mantıklı bir açıklama yapamamış. Komutan uzun uğraşlar sonucunda, eski bilgi, belge ve yazışmaları incelemiş ve bir zamanlar yerinde verilen kararın ısrarla sürdürüldüğünün talihsizliğine şahit olmuş. Nöbet iptal, artık gerek yok. Boşu boşuna merkezdeki kuvvetlerimizi sağa sola havale etmişiz. Merkezi zayıflatmışız demiş. Sisteme güzelce format atmış ve o günün şartlarında tekrar modellemiş.

            Şimdi gelelim bizim Milli Eğitim Sisteminin mevcut durumuna... Sizce sistemimizin mezkur nöbet işinden bir farkı var mı? Hemen beraber inceleyelim isterseniz.

            Ben bir matematikçi olduğum için olaya mantık nazarıyla bakacağım. Kim de düşünürse ve tefekkür ederse benimle aynı kapıya çıkacaktır zannediyorum. Zamanında herkes, bütün bir toplum zaten tarım ve hayvancılıkla uğraşıyordu. Nüfusun çoğunluğu köylerde mukim idi. Devlet dairelerinde yetişmiş insan gücüne ihtiyaç vardı.Mevcut sistemin de devletin kurum ve kuruluşlarındaki boşluğu doldurmak için, her alanda nitelikli elemanların yetiştirilmesi amacıyla kurulduğu aşikardır. Mühendis lazımdı, doktor lazımdı, öğretmen lazımdı, memur lazımdı vs. İsterseniz savaş sonrasında şehit olan yüz binlerden sonra bir ihtiyaç vardı deyin, isterseniz de başka bir nedene bağlayın; hiç ama hiç fark etmez. Sistem devlete adam yetiştirmek için kuruldu. Sistem yıllarca böyle devam etti. Görevini yerine getirdi ve miadını çoktan doldurdu. Herkes gözünü devlet kapısına dikmiş durumda. Bir memuriyet peşinde koşuşturuyor, yarışıyor. Bütün mesaisini bu yarış ve amaç üzerine tesis eden milyonlar aynı istikamette yol alıyor. Yol alındı ve artık tıkandı. O günün şartlarına uygun ve ihtiyaçlarına cevap veren sistem, bugün sadece nitelikli olduğu tartışmalı işsiz üretmekten başka bir amaca hizmet etmiyor. Büyük sosyal sıkıntılar ardı ardınca sıralanmaya başladı. Bu sorunlar artarak da devam edeceğe benziyor.

            Günümüz şartlarında artık eğitimin temel felsefesinin değiştirilmesi elzem olmuştur. Sadece 8-10 sene sonra devletin kapısında iş bekleyen milyonlarca üniversite mezunu olacak. Devletin milyonlarca kişiye daha iş imkanı sunması da olanak dışı görünüyor.

            Örneğin sayısı yüz binlerce belki de bir milyonu aşkın olan öğretmen adayı devletin kapısında atanmayı bekleyecek. Atanamayacaklar; bekleyecekler. Atanamayacaklar; evlenemeyecekler.Atanamayacaklar; hayallerini erteleyecekler. Atanamayacaklar; psikolojik sorunlar baş gösterecek.Atanamayacaklar; belki de vazgeçecekler. Devlete ve topluma karşı güvenlerini yitirecekler. Belki de başka bir iş arayacaklar ama vasıfsız kabul edilip hor görülecekler. Hakları gasp edilecek, buna tahammül edemeyecek ve o işi de yapamayacaklar.Ellerinden başka bir iş de gelmeyecek. (Sistem onları o şekilde donanımsız yetiştirip kedi yavrusu gibi sokağa bıraktı çünkü...) Geriye dönüp tekrar tercih yapmak ise mümkün olmayacak. Ellerinde aldanmışlıktan ve uyutulmuşluktan gelen kocaman bir pişmanlık kalacak. Devletin sırtında ise kocaman bir sorun kronik hale gelip kambur haline gelecek. Bir taraftan bu sorunlar yetmezmiş gibi, sanki ülkenin şiddetle ihtiyacı varmış gibi, sanki olmazsa olmazmış gibi, sanki hayati önem taşıyormuş gibi; üniversiteler daha da fazla öğrenciyi mezun edecek. Hayal kırıklığı bir sistem, bahsi geçen nöbet olayı gibi geleneksel hale gelmiş olacak. Ta ki bir düşünür çıkıp yahu kardeşim siz ne yapıyorsunuz diyene kadar...

            Peki biz ne yapmalıyız?

            Öncelikle varlığı ve yokluğu tartışmalı devlet planlama teşkilatına(faal olarak hayata geçirilmeli) ciddi manada iş düşüyor. Sistemi kimler kuruyor ne iş yapıyorlar bilmiyorum ama plan yapılmadığından eminim. MEB, faal hale getirilecek devlet planlama teşkilatı ve maliye yazın oturup bir yol haritası oluşturmalı. Türkiye'nin ihtiyaçları nelerdir, dünya nereye doğru gidiyor, bunlarla rekabet etmek için nasıl bir eğitim sistemine ihtiyaç var, hangi alanlarda ne kadar iş gücüne ihtiyaç var, vs. hepsi tek tek masaya yatırılmalı. Her halükarda ne kadar  ince elenip sık dokunsa da ihtiyaç ile planlanan yol haritası yüzde yüz uyuşmayacaktır. Ancak bu uyuşma olmayacak diye ihtiyaçtan fazla olarak oranı yüzde yüzlere taşımak mantıksızlıktır. Bir alanda yetiştirilecek ihtiyaç oranının makul olması gerekir. Örneğin sizin bir şirketiniz olduğunu düşünün. Şirketinizin personel ihtiyacını karşılamak üzere de bir okul kurdunuz. Şirketinizde 700 bin kişi çalışıyor. Her sene 40 bin kişi emekli oluyor. Ama siz tufan çıkacak ya da kıtlık olup kıran girecek gibi olası felaket tellallığından ve gelecek kaygısından dolayı 40-50 bin değil de her sene 100 bin kişi mezun ediyorsunuz. Böyle devam ettiğiniz taktirde başınız büyük dertte demektir. Şirketiniz iflasa doğru gidiyor demektir. Ya okulunuzdan mezun ettiğiniz herkesi alacaksınız ya da bekletip oyalayacaksınız. Ama bu oyalama da bir yere kadar sürer. Sonrasında olacak sorunları yol göstermemek için söylemiyorum. Yine de akıllara bir yer etsin diye kısaca değineceğim. Bakınız insanın yaratılıştan gelen bir fıtratı olduğu gibi sosyal yapının ve düzenin de bir fıtratı vardır. Fıtrat ya da mizacı bozarsanız sizden ilk fırsatta öcünü almaya çalışır. Aynen doğaya verilen zararlar misali gibi. Doğa kısa vadede belki size sorun çıkarmaz; sabırlıdır ama belli bir eşik değerini aştığınızda uzun vadede sizin olmasa bile neslinizi yerle yeksan eder.

            Eğitim sistemi de bu mesellerden farksızdır. Çıktılarının hani bu ısrarla vurgulanan ''istendik'' olabilmesi için sürecin iyi planlanması gerekir. Sürece herkes zorunlu olarak belirli kalıplarla ve mecburi istikamette dahil edilirse mizacı farklı, istek ve arzuları farklı, hedefleri farklı, ilgi yetenek ve kabiliyetleri farklı, zeka alanı farklı olanlar ile okuma niyeti olmayanlar, hemen iş hayatına atılmak isteyenler sürecin canını okumak için bilinçli ve kararlı bir şekilde huzur ve sükunu bozacaklardır. ''İstendik'' mi ''verim'' mi, 'başarı'' mı... Avucunuzu yalayın...

            Son günlerde sosyal medyada yayılan ''istenmedik'' videoları ibret ve şaşkınlıkla izliyoruz. Bu çocukları uzaylılar yetiştirmiş olamaz. Sistem de Taş Devri sistemi değil. Haaaa demek ki biz bir yerlerde hata yapmışız ve bu hatalarda ısrarla inat etmişiz ki çıktılar da bozulmaya başlamış. Sistemin kazanımlarında sınıfta alkol almak yok, öğretmenleri bıçaklamak yok, öğretmenle dalga geçmek yok, sınıfta öğretmen varken şarkı söyleyip sigara içmek yok, tahtanın üzerine çıkıp öğretmeni beklemek yok, çevresine zarar vermek yok, yok yok yok. Ama var var var. Neden peki? Çünkü az önce de söyledim, birçok farklılığa ve hazır bulunuşluğun çeşitliliğine rağmen herkesi eşit kabul edip herkesi zorunlu bir sürece dahil ediyoruz. Zorla güzellik olmaz demiş atalarımız değil mi? Bence atalar dinlenilmeyi hak ediyor... Ne dersiniz...

            Aslına bakarsanız görüntüleri ve talihsiz gelişmeleri asla tasvip etmemekle beraber o çocukların yüzde yüz suçlu olduğunu düşünmüyorum. Olaylara muhatap olan meslektaşlarımız da suçlu değil. Tek suçlu sistemdir. Evet yanlış duymadınız dillere pelesenk olmuş ''sistem'' suçludur. Öğrenciler; kendilerine söz hakkı tanınmadığını, isteklerinin önemsenmediğini, mezun olduklarında iş imkanının garanti olmadığını, bazı okullardaki öğrencilerin süperego tarafından mimlendiğini, disiplinin işlemediği bir sisteme dahil edildiklerini çok iyi biliyor. Zorunlu olarak illa da okuyacaksın diyen bir sistem kısaca artık tıkandı. Ürünler ve çıktılar artık 'istendik'' olamıyor.

            Öğretmenler de suçsuz, çünkü; en ufak bir müdahalede arkalarında kimsenin durmayacağını, hele ki basına yansırsa o zaman koca koca adamların işin özünü dinlemeden hesap sorup sorun çözdüğünü zannedeceklerini, şikayetlerin olacağını ve canlarının haksız yere sıkılacağını, belki de bıçaklanacaklarını, darp edileceklerini çok iyi biliyorlar. Bu yüzden aman bana bir şey olmasın, aman öğrenciye de bir şey olmasın temel hedef haline gelmiş veya gelecek. Öğretmenler eğitimden elini eteğini çekmek üzere haberiniz olsun. Onları çalışmaya sevk eden tek şey vicdanları, milli ve manevi değerlere olan inançlarıdır. Yoksa sistem onları çok üzüyor ve pes ettirme aşamasına getiriyor.

            Peki çözüm nedir?

            Çözüm kesinlikle zorunlu eğitimde değildir. Bu ülkenin sadece memura ihtiyacı yok. Artık değişen dünya düzenine ayak uyduracak, rekabet edecek, her alanda üretim yapacak yerli ve milli bilinçte vizyoner bir yapı lazım.

            Okumak istemeyen; okumasın, başıboş da bırakılmasın.Birileri çıkıp fırsat eşitliği diye tutturabilir. Kısaca şunu söylemek gerekirse fırsat eşitliğini ne kadar isterseniz isteyin sağlayamazsınız. Çok ısrar ederseniz de çıtayı yükseltmek yerine çıtayı aşağı indirip sağlayabilirsiniz. Ayrıca herkesi aynı istikamette zorunlu eğitime tabi tutmak fırsat eşitliği değildir. Benim istediğim ise çocuklarımızı ilgi yetenek ve kabiliyetlerine göre yetiştirecek bir sistem kurmaktır. Onlara ne istedikleri konusunda söz hakkı tanımaktır. Çoban olup mutlu olacaksa bırakın çoban olsun. Sanayide usta olup mutlu olacaksa bırakın tamirci olsun. İlla doktor olsun illa mühendis olsun diye onlara rağmen ısrar ederseniz biri acımasız duygusuz olur, diğeri menfaatçi olup çıkar. Ne kendisi mutlu olur ne de çevresine faydası olur. Emin olun ki çocuklarımızın mizaçlarına göre bir sistem tesis edersek memnun ve mutlu olacaklar; başarı da kaçınılmaz olacaktır. Bakın benim sık sık söylediğim bir tespitim var, katılırsınız ya da katılmazsınız ama ben inanarak söylüyorum. Einstein gibi bir dehaya siz matematik, fizik, kimya, biyoloji, tarih, din kültürü, İngilizce, Türkçe, geometri, felsefe, vs bütün dersleri verseydiniz ve hepsi yarım yamalak olsaydı; Einstein diye biri bugün olmayacaktı. Tarihin sayfalarında gizli bir hazine olarak kalacaktı. Mimar Sinan çıraklıktan yetişmeseydi bugün hala sırları çözülemeyen yüzlerce eser  de olmayacaktı. Bakın bizim dünya çapında bir edebiyatçımız yok, bir şair yok, bir mimar yok, bir doktor yok, Montessori gibi damga vuran bir öğretmenimiz yok.Olsa da aslen Türk olup eğitimini dışarıda alanlardır. Neden bir Cahit Arf daha olmasın, neden bir Mimar Sinan daha olmasın ne den Aziz Sancarlar yetişmesin... Yetişmesini istiyorsak bu kesinlikle zorunlu eğitimle sağlanmayacaktır. Okumak isteyen kim varsa mağduriyetlere uğramamaları için önlem alınmalı ancak herkesi zorla akademik yönde sevk etmek büyük hatadır.

            Bakın tarımda gerilemeye başladık, sanayide halen tüm gayretlere rağmen gerideyiz. Teknolojide hakeza... Artık biz tüketim odaklı bir sistemi derhal zaman kaybetmeden bırakmalıyız. Üretim odaklı bir sisteme geçiş yapmalıyız. Ezberleri ve gelenekleri bir kenara bırakmalıyız.

            Öğrencilere net bir şekilde sistem tanıtılmalı, sürecin başında ortasında ve sonunda onları nelerin beklediğini çok iyi bilirlerse buna inanacaklardır. İnanırlarsa ''istendik davranışlar'' sergileyeceklerdir.

            Meslek liseleri ve akademik liseler maalesef artık ters orantılı bir durumdadır. Meslek liseleri bulundukları bölgelerin yer altı ve yer üstü kaynaklarını işleyen, pazarlayan ve üreten bir yapıya kavuşturulmalıdır. Meslek Liseleri için özel yazdığım projemi inceleyebilirsiniz.  Akademik liseler Türkiye'nin ihtiyacına göre şekillendirilmelidir. Üniversiteler ar-ge merkezlerine dönüştürülmelidir.

            Dünya düzeni değişiyor artık. Yapay zeka dönemi başladı. Sırada robot çağı başlayacak. Bir zamanlar dünya devi Nokıa değişim ve dönüşümde ayak diretti ve bedelini ağır ödedi. Bizler de işsiz üretmede diretirsek bedelini ağır ödeyeceğiz. Şimdi buradan uyarıyorum, çocuklarımızı geleceğin mesleklerine hazırlayalım. Yabancı dil olarak ''Yazılım Dili'' de öğretilsin mesela...Şu anda üniversitelerce yetiştirilen bir çok mezun da gelecekte kendi mesleklerini yapamayacak.Çünkü mevcut birçok meslek tarih olacak.

            Daha bu çözümler ve teklifler gibi bir çok çözüm önerisini, anne karnındaki süreçten üniversiteye, iş hayatına kadar yazdığım ve yakın zamanda çıkacak kitabımda ayrıntılı bir şekilde bulabilirsiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan kamubiz.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Selçuk TÜTAK Arşivi