Yasemin ŞENGÖR

Yasemin ŞENGÖR

MARTİN EDEN SENDROMUNUN EĞİTİM SİSTEMİMİZE YANSIMALARI

MARTİN EDEN SENDROMUNUN EĞİTİM SİSTEMİMİZE YANSIMALARI

Dünya edebiyatının önemli isimlerinden Jack London, yarı otobiyografik romanı Martin Eden’ de okurlarını başarının bedelini ağır ödeyen bir kahramanla tanıştırır. Denizci olarak işçi sınıfından gelen Martin Eden’ in bir burjuva ailesi Morse'larla tanışması hayatını değişir. Burjuvanın göz kamaştırıcı yaşantısı Martin Eden için adeta bir ayna görevi görür. Üst sınıfta kendini dışlanmış hisseden kahramanımız, hoşlandığı Ruth’a ulaşabilmenin yolu olarak sınıf atlamayı seçer.

Kahramanımız burjuva sınıfına dahil olmak için eğitimini tamamlamaya ve yazar olmaya karar verir. Yazıları yayıncılar tarafından reddedildikçe hayal kırıklığına uğramaktadır. Bu süreçte işçi olarak geçimini sağlamaya çalışırken bir yandan da sevdiği kadının yakın çevresine kendini ispatlama gayretine düşer. Ancak bütün bu çabaları süreç uzadıkça sevgilisi de dahil olmak üzere çevresindeki insanlar tarafından terk edilmeye varır. 

Çabalarının sonuçsuz kalması ve uğruna büyük gayretler içine girdiği kadın tarafından terk edilmek, onu büyük bir boşluğa itmiştir. Öyle ki tam da bu sırada yayınlanan bir eserinin ses getirmesini umursamaz. Yazar olarak dikkat çekmek için yıllarını veren sanki o değildir. Hayallerine kavuşmuş ve başarmış olmak, onun için bir şey ifade etmiyor gibidir. Kitapları yayımlandıkça ve dikkat çektikçe, sıkıntılı ilişkiler içerisinde olanlar da dahil zamanında kendini terk etmiş insanların, hatta Ruth’ un bile kendine dönüşlerine aldırmaz. Çünkü insan ilişkilerinin samimiyetsizliği ve karanlığıyla yüzleşmiştir. İnsanların karşısında Martin olarak değil, ünlü bir yazar olduğu için değer görmektedir. Ama kendini olduğu gibi kabul eden insanların sınıfına da artık dönememektedir. Gemilerin kömür ambarında yaptığı yolculuklardan birinci mevkilere uzanan hayat öyküsü, kendine yabancılaşmanın yoludur aslında.

Martin Eden burjuva toplumunun insanın değerini parayla ölçen yüzüne ayak uyduramamıştır. Okurlar olarak; onun çok satanlar listelerinin başına yerleşmiş, parayla her şeyi yapabilecek durumda olan bir yazar olmasından daha çok, yapayalnız biri olduğu gerçeği ile ilgilenmeye başlarız. Romanın doruk noktasında kahramanımız yaşadığı hayal kırıklığı ve bunalımının çözümünü özkıyımda bulur. Jack London kahramanına oldukça trajik bir son yazarken Dünya edebiyatının en can alıcı öz kıyım satırlarına da imza atmıştır. Kahramanımızı bu trajik sona iten nedenler; Martin Eden Sendromu olarak literatüre girmiştir. Başarı bunalımı şeklinde özetlenen bu sendrom; kendini tanıyarak değil çevresinin etkisiyle ve büyük bir hırsla yola çıkıp, her şeyini hedefleri için feda ederek, her türlü strese göğüs gererek edinilmiş bir başarının insanı mutlu etmeye yetmediği gerçeğini vurguluyor.

Şimdi çocuklarımız için yarattığımız gerçekler üzerinden konuya bakalım. Sınavlardan sınavlara koşturduğumuz, yüksek puanlar alarak, o en iyi okullara yerleşebilmeyi tek başarı kıstası olarak gösterdiğimiz çocuklarımıza başarı bunalımı mı yaşatıyoruz? Bunalımdan çıkmanın yolu olarak başarıyı göstermemiz gerekirken, başarıyı başlı başına bir bunalım aracı haline mi getirdik?

Okulun amacını yeniden hatırlama zamanı; eğitim insanı mutlu etmek için vardır. Okullar bireylerin içinde öğrenme sevgisini yaşatmalıdır. Mutlu ve öğrenme sevgisi içinde, bireyde gerçek bir tatmin yaratacak, onun iyi oluşuna ve kendini gerçekleştirmesine aracılık edecek bir başarı ise bireyin kendini tanıyarak, potansiyellerine uygun biçimde hedefler koyması ve bu uğurda çabalamasıyla mümkündür.

Çocuklarımızı yarattığımız kalıplara sokmaya çalışırsak, bizim için doktor olacaklarsa, sırf biz istedik diye en iyi öğretmenlerden en iyi dersleri almak için onları yarıştıracaksak, sırf biz zamanında yapamadık, imkanlarımız yoktu diye yapamadığımız şeyleri onlardan bekleyeceksek onların birey olmalarının ne anlamı var?

Şimdi gerçeklerle yüzleşelim; çocuklarımıza bir yol gösteriyoruz, hedef sadece başarmak ve kazanmak. Ama bu kimin başarısı, kimin istedikleri, kimin hayalleri belli değil. 

Geçenlerde bir video izledim. Arka planını bilmiyorum. Ama izlediğim kadarıyla, görünenler üzerinden bir yorum yaparsam; Tıp okuyan evlat annesine ‘yapamıyorum anne’ diye telefonda ağlıyor; “o çok istediğin beyaz önlüğü galiba giyemeyeceğim”. Çok istediğimiz başarıları elde etsinler diye çocukluklarını, oyunlarını çaldığımız, yeteneklerini keşfetmelerini engellediğimiz, ders çalışması gerektiği için hobilerinden uzaklaştırdığımız çocuklarımız sizin istediğiniz hayatları mutlu olamayacaklarsa yaşamasınlar; kendi istedikleri hayatları inşaa etsinler. Bunun için de eğitim sistemimizin işleyişinden, eğitimci ve veli olmaya dek hepimize düzenler var. 

Ama değişim ve dönüşüm istiyorsak öncelikle eğitimin ve okulların amacını bir kere hatırlayıp kendi hayatlarımızda sorgulayalım; eğitim insanı mutlu etmek için vardır, bunalıma sokmak için değil!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan kamubiz.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yasemin ŞENGÖR Arşivi